Ryuichi Sakamoto: Japon Çakısı!
Her başlangıç biraz zor, hele bir de hakkında üç beş kelam etme gayretinde olduğunuz kişi her parmağında ayrı marifetten mürekkep üretken bir isimse. Derdimiz kalemimiz yettiğince çağdaş bir rönesans insanı olarak adlandırabileceğimiz Ryuichi Sakamoto’nun hikâyesine son dönemde imzası geçen birkaç çalışmaya da değinerekten bir göz atmak.
Müzisyen, besteci, prodüktör, oyuncu ve aktivist gibi pek çok kimliği bulunan Tokyo doğumlu Sakamoto ana enstrümanı olan piyano ile küçük yaşta tanışıyor. Tüm akademik kariyeri boyunca olduğu gibi yüksek lisansını da (elektronik ve etnik) müzik üzerine yapıyor Sakamoto. Brezilya, Filipinler ve Japonya’nın güney doğusunda yer alan Okinawa geleneksel müziğinden etkilenen Sakamoto’nun esin kaynağı ve kahramanı ise Debussy. Debussy’de Asya müziğinin etkilerini gören Sakamoto için bu, her tını ve sesin bir diğerini beslediği yönündeki daire fikrini tamamlayıcı bir unsur.
Kendisi bir solak ama piyano eğitimi sırasında Bach’la tanışınca kafasındaki sağ/sol ayrımı ortadan kalkıyor ve böylece eşitliğin güzelliği parmaklarına ışık tutmaya başlıyor. Gençlik yılları ise ağırlıkla ada çıkışlı rock müziğinin etkisi altında; ilk plağı da The Rolling Stones’un Tell Me 45’liği. ‘70’lerin başını Sakamoto adına üniversite, eğitim ve elektronik müzikle ziyadesiyle haşır neşir olduğu bir dönem olarak özetlemek mümkün. Hafiften 70’ler sonuna dümen kırdığımızda Sakamoto’yu hem çok yönlü solo kariyerinin ilk adımlarını atarken (ki burada ismiyle adeta Sakamoto’nun çok kimlikli yaratıcı gücüne referans veren ilk albümü Thousand Knives of Ryuichi Sakamoto’yu anmadan olmaz), hem de Japonya’nın Kraftwerk’i ünvanına sahip Yellow Magic Orchestra’nın bir üyesi olarak görüyoruz.
Klavyecisi olduğu grupta basçı Haruomi Hosono ve davulcu Yukihiro Takahashi ile çok ses getiren ilk albümleriyle bir stüdyo grubu olmaktan uzaklaşıp, synth pop tabanlı elektronik müziğin en başat isimlerinden biri kıvamına gelecek olan YMO, 1984’e kadar kısa fakat oldukça verimli bir ömür sürer. Sonrasındaysa grup üyeleri solo çalışmalarına odaklanır. YMO yenilikçi tavrı ve endüstrideki her teknolojik gelişmeyi bire bir yansıttıkları müzikal kurgularıyla kısa zamanda şöhretini Japonya ötesine de taşımayı başarmış bir üçlüdür. Sakamoto bir röportajında o dönemi “kas odaklı müzik” olarak tanımlıyor; kasıt müzikal performansın güce, hıza ve sertliğe referans vermesi. İlerleyen yıllarda bu yaklaşım özellikle Sakamoto için değişecektir.
Grup üyeleri bir yıl öncesinde Budokan’da verdikleri konser kaydından oluşan 1984 tarihli Propaganda filminin ardından “dağılmak” ifadesini kullanmadan solo kariyerlerine adım atıyorlar. Zaman içinde birbirlerinin albümlerinde de çalan üçlü 2000’li yıllarda özel projeler kapsamında birkaç defa daha yanyana gelecektir. Sakamoto içinse artık film/oyun müziklerinden operaya, aktivist organizasyonlardan muazzam isimlerle kotardığı ortak çalışmalara ve oyunculuğa dek varan yoğun ve üretken bir dönemin başlangıcıdır ‘80’ler.
Bu noktada minik bir parantezi Sakamoto’nun film müzikleri için açalım. ‘80’lerin başından bu yana 30’a yakın çalışmasının içinden en göze çarpanları (aktör olarak David Bowie ile birlikte oynadıkları) Merry Christmas Mr. Lawrence, The Last Emperor (David Byrne ile birlikte), The Sheltering Sky, High Heels, Little Buddha ve The Revenant (Alva Noto ve Bryce Dessner ile birlikte) olarak sayılabilir. Tarkovsky sineması hayranı Sakamoto için bir başkası adına müzik üretiyor olmak kendine en acımasız davrandığı yaratım süreci aslında. Ancak görüntü, müzik ve sesler arasındaki ilişki ve etkileşim Sakamoto için film müziği üretiminin en çekici yönü.
‘90’lı yılların başında CV’sine Life adını taşıyan bir de opera ekleyen Sakamoto’nun en verimli olduğu alanlardan biri de ortak çalışmalar. En uzun soluklu işbirliklerini Japan grubundan tanıdığımız David Sylvian ve özellikle 2000’ler sonrasında Raster Noton etiketiyle deneysel elektronik müziğin öncü temsilcilerinden biri haline gelen Alva Noto (Carsten Nicolai) ile gerçekleştiren Sakamoto’nun çalıştığı diğer isimler arasında Fennesz, Christopher Willits, Taylor Deupree, dramaturg Robert Wilson ve yazar William S. Burroughs ilk akla gelenler.
İkinci parantezimizi de Sakamoto’nun aktivist kimliğine ilişkin açalım. 2007’de başlayan MORE TREES projesi, 2011’de deprem ve tsunami mağdurları için düzenlediği organizasyonlar ve 2012’de start verdiği nükleer karşıtı NO NUKES bu anlamda ilk akla gelenler. Sakamoto’ya göre yaratıcı olan insan değil doğadır; insan bir meyve/sebze yaratamaz; sadece değiştirebilir; o yüzden de doğa korunmalıdır.
Sakamoto’nun müzikle ilişkisini en doğru şekilde aldığı geleneksel/akademik eğitimle her zaman çok yakından ilgi duyduğu deneysel müzik arasındaki geçişkenlik ve etkileşim üzerinden okuyabiliriz. Esprili bir şekilde dile getirdiği üzere John Cage’in meşhur “4’33’’” eserini Sakamoto’nun doğduğu yıl vermiş olması basit bir tesadüf olamaz belki de! Cage’in yanı sıra Warhol, New York avangard sanat sahnesi ve Fluxus Sakamoto’nun müziğe olan kavramsal yaklaşımında belirleyici bir role sahiptir. Keza Cage sonrası dönemin ana figürlerinden La Monte Young, Philip Glass, Steve Reich ve Terry Riley gibi isimleri de bu ana aksa dahil edebiliriz.
Bildik enstrümanları alışılmadık yollarla çalmak, bilinmeyen melodilere ya da beklenmedik aksaklıkların ortaya çıkardığı farklı tınılara açık olmak Sakamoto için hayati derecede önemlidir; ya da kendi ifadesiyle ne yaptığını % 100 bilmiyor olmayı tercih etmek ve yeni deneyimlere kapıyı aralık tutmak. Bu herhangi bir dine mensup olmayan ama Tibet Budizm’ine yakın ilgi duymuş bir isim için hiç de şaşırtıcı bir yaklaşım değil.
Homo Sapiens’in hâlâ çocukluk evresinde olduğunu düşünen bu bilge insanın hayatındaki kırılma noktalarından biri elbette 2014 yılında yeni bir albüm hazırlığındayken gırtlak kanserine yakalandığını öğrenmesi. Yoğun tedavi süreci Sakamoto açısından da yaşam/ölüm, sağlık/hastalık ve özellikle de zaman kavramları üzerine odaklandığı bir dönemi de beraberinde getiriyor. Ölüme bu denli yaklaşmış olmak, sonrasında hayatın minik tatlarına daha yakın olmasını sağlıyor. Öte yandan daha felsefi bir pencere de açılıyor Sakamoto’nun önünde. Aslında 2017’de yayımlanan Async albümü de bu bakışın yansımalarını içeriyor; günlük objelerin, olayların ve anların alışılmadık seslerini merkeze alan bir iş Async.
Daha dingin, sakin ve rafine bir müzik. Daha az nota, daha fazla boşluk; ama sessizlik değil. Farklı yerlerden/anlardan saha kayıtları, ses kümeleri, ama özellikle rezonans, tınıların kendi kısa ömürlerini sürmesi; Async’in ana ekseninde dolaşan zihinsel mercek bu. Örneğin “Fullmoon” parçası 30 yıl önce film müziklerini yaptığı The Sheltering Sky’ın yazarı Paul Bowles’un zaman/ölüm/an üzerine birkaç cümlesiyle açılıyor. Bu kısa olduğu kadar çarpıcı paragraf pek çok farklı dilde hayat buluyor parça boyunca. “Life life”da ise bu defa David Sylvian’ı duyuyoruz. Sylvian’ın sinematografik sesinde hayat bulan satırlarsa yönetmen Tarkovsky’nin babası şair Arseny’ye ait. Albümün kısa bir süre önce yayımlanan remiks versiyonunda ise Oneohtrix Point Never, Alva Noto, Arca, Fennesz, (geçtiğimiz ay kabettiğimiz) Johann Johannsson, Cornelius ve Andy Stott gibi isimler dikkat çekiyor.
65 yaşında ve kanserin üstesinden henüz gelmiş olsa da Sakamoto üretmeye ve çalışmaya ara vermeden devam ediyor hâlâ. Şubat ortasında Alva Noto ile 2016 yılında Amerika’da Mimar Philip Johnson’un kendisine dinlenme evi olarak inşa edip, ölümünden sonra müze olan etkileyici The Glass House’da verdikleri doğaçlama canlı performansın kaydını yayımlayan Sakamoto; bir yandan 2019 yılında prömiyerini yapmayı düşündüğü yeni opera çalışması için 600 yıllık geçmişi olan Japon Noh tiyatrosu ve geleneksel Japon müziği hakkında okumalar yapıyor; bir yandan da 2011’de Japonya’da meydana gelen deprem sonrası oluşan tsunamide zarar gören bir piyanoda çalmak üzere yeni bir konsept üzerine kafa yoruyor. Özetle müziğin alışıldık kalıplarına bir yandan samuray kılıçlarıyla keskin ve hassas vuruşlar yaparken, bir yandan da 80 yaşında tofu kesermiş gibi yumuşak ve nazik olabilmeyi kendine hedef seçiyor. Velhasıl Arigatou Sakamoto!
Bir yanıt yazın